14 Nisan 2010 Çarşamba

A Single Man

Sabah uyanmaktan mutsuz olma sebebin, onu hiç görmediğin bir yerde, yanında olduğunu sanma rüyan. Onun dudağının dudağında kalan sıcaklığı sandığın his, sadece anılarını yazdığın mürekkebin lekesi.

Sırf bu his yüzünden, herkesteki renge rağmen senin griliğin. Ve yine aynı his yüzünden, kız çocuğunun mavi elbisesi ile bahçedeki gülün pembesinin renginin yüzüne yansıması. İkisi de, ayrı ayrı, onu hatırlamanın yansıması.

Suya atlayıp, saçmalarcasına yüzmenden sonra gelen kurulanma ise, yeni bir başlangıç değil, veya yeni bir sen. Sadece hala dans edebiliyor olmanın huzuru.

Dudağındaki mürekkep kurumaz belki hiç, ama, dansedebilirsin. Açıklayamazsın.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Exit Through The Gift Shop


Önce filmin yönetmeni, sonra öznesi olan Terry Guetta, ne paylaşmak ne de tekrar tekrar izlemek için filme almıyor gördüklerini; o sadece kamerayla yaşıyor. Herşeye, ama herşeye tanıklık eden üçüncü bir göz, gördüklerini kaydediyor ve bu da sonsuz bir güven sağlıyor ona; sanki hiçbirşey kaybolmayacak, sanki hepsi, herkes, hep onunla kalabilecek gibi. Bu noktada, aslında, film daha en büyük derdini açığa vurmadı bile ama yine de, durup düşünecek çok şey var aslında; kaybolan/unutulan anılar üzerine, unutmamak için kaydetmek üzerine ve de kaydedip bunları yüksek sesle söylemek, yani paylaşmak üzerine...
Fakat filmin derdi bu kadar değil, hatta hikaye daha yeni başlıyor.
Çünkü, daha sonra, kamerasıyla 'sokak sanatı'na hayranlık duyan/'sokak sanatı'nı kaydeden Terry, bu sefer kamera önüne geçmeye, kendine bir takma isim, daha da önemlisi kendine bir sıfat yaratmaya karar veriyor.
"Elimde boya, bütün gün çalışacağımı sanmıyorsunuz herhalde" diyor Terry "bu kadar kocaman bir galeriye ve bu kadar çok çalışana sahip olan biri, sadece fikir üretir; ve başkaları da onları gerçekleştirir". Böyle diyerek, bir 'sanatçı' oluyor Terry, doğru yolu biliyorsanız ve doğru insanları tanıyorsanız şehirdeki herkes, sizi görmek için saatlerce sıra bekleyebilir'i ve bir dergi kapağı 'büyük' bir sanatçı yaratabilir'i öğretiyor bize. Biz de gülüyoruz ağlanacak halimize.
Terry, sanat hakkında konuşurken verdiğimiz en uç örneklerin kanlı canlı hali. Hikayesinin, hiç çekmeyi düşünmediği belgeseli için sokak sanatçılarını görüntülerken başlaması belgeselin komik tarafıysa, hiçbirşey beklemeden sanatlarını sadece 'paylaşan' sokak sanatçılarının galerilere 'terfi edip', müzayedelere katılmaları garip tarafı. Trajik taraf ise, Banksy'nin, hikayenin sonunda (önce filmin öznesi, sonra yönetmeni) "Eskiden herkesi sanat yapmaya teşvik ederdim. Artık yapmıyorum" demesi...
Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından, sırf özne-yönetmen değiştiren yaradılış hikayesiyle bile ilgi çekiciyken, barındırdığı Banksy'nin sanatı ile de önemli. Terry'nin naif varlığını, hikayeye yavaş yavaş yediren kurgusu ise, bu yaradılış hikayesinin süpriz gelişmelerini bize de yaşatacak kadar iyi. Belgesel, genel olarak ise, üzerinde çok düşünecek kadar 'çok', kadar 'gerçek'.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Çöpte Dostoyevski Buldum

sözü, heryerde. içimde belki ama elimde değil.