25 Mayıs 2010 Salı

In Transit

Paiman, Berke Baş’a, tesadüfen tanıştıklarında, “Burada bizi kimse tanımıyor, iyi bir izlenim bırakmak istiyoruz biz” diyor. Berke Baş da bu cümleyi aktarıyor, In Transit’i neden çektiği sorulduğunda. Bu cevap, In Transit’i özelinde incelemek istediğimizde bize büyük bir ışık. Baş, onlarla “beraber”, onların hayatını, bilinenin ötesinde anlatmak istiyor belgeseliyle. ‘İyi bir izlenim bırakmak’ yanlı bir eylem elbette ki fakat belgesel ile yapılmak istenilen, onların kendi sesleriyle kendilerini anlatmalarını sağlamak. Türkiye’deki, hatta özellikle İstanbul’daki, yasadışı göçmenlerin üzerlerine yapıştırılan etiketler malum. Ancak meseleye bir de, onların çay içtikleri masadan bakmak var. In Transit’in amacı böyle özetlendiğinde, bir belgesel tanımı da çıkıyor ortaya. Yeni bir tanımlama yapmak amaçlanıyor belgesel ile, bilineni değiştirerek, bilinmeyeni göstererek.

Önemli bir nokta daha var Berke Baş’ın cevabında; Baş, filme aldığı insanlar için bir belgesel yapıyor. Bir isteğini dile getiriyor Paiman ve Berke Baş da bunun bir belgeselle mümkün olabileceğine inanıyor. Belgesel somut bir işlev daha kazanıyor böylece.Berke Baş, “anlamak için film yapılır” diyor; “.. bir şey öğretmek için yola çıkmıyoruz. Biz yol arkadaşlığı yaptığımız insanların hikayelerini sinematik bir dille aktarmaya çalışıyoruz.” [1] Filmde Baş’ın varlığı fazlaca belirgin, onu kamera önünde göremesek de, sesini duyuyoruz ya da izlediğimiz insanların çoğu zaman kameraya değil ona konuştuğunu hissediyoruz. Yapım sürecini dinlediğimizde ise, bu yol arkadaşlığı durumu daha da belirgin hale geliyor. Belgesel yapma amacıyla değil tesadüfen tanışıyor Baş filmin özneleriyle ve belgeseli yapma kararı verdikten sonra da, bir çok kez kamerasız ziyaret ediyor onları. Sadece, yönetmen ve öznesi dahilinde kalandan öte bir ilişki kuruluyor böylece, ya da Baş bunun için çabalamış oluyor. Hatta, öyle hissediliyor ki, bu çabası, belgeseldeki temsiliyet uğruna değil, kişisel ilgisinden kaynaklanıyor. Çekimler bittikten çok sonra, hala, Paiman ve ailesinden haber alıyor örneğin. Yönetmen, belgeselinden bağımsız olarak anlamaya çalışıyor meseleyi. Filme alınan, bu anlama çabasının yolculuğu. Ancak, bu filme alınmanın sebebi, bu yolculuğun varlığı değil, meselenin sahibi insanların anlatma isteği. Ve bu yüzden de, belgeselin, somut, sadece temsil etmekten ötede bir işlevi daha olmuş oluyor.

Belgesele eklenen bu somut işlev, elbette ki, amacın yerine getirilip getirilmediği sorgusuna da yol açıyor. Baş, çekimler süresince, anlamaya çalıştığı, dinlediği bu insanların acıları için elinden gelen hiçbirşey olmamasının acısını çektiğini anlatıyor ve tanıklığının ne kadar zor birşey olduğundan bahsediyor. Bu noktada, belgesele ve ona yüklenen anlamlara (işleve) rağmen, öznelerin anlattıklarına konu olan meselelerinde bir değişiklik gerçekleştiremiyor ne belgesel ne de yönetmenin kendisi. Ancak Berke Baş, amacın yerine getirilip getirilmediği konusunu, dolaylı olarak, niye belgesel çektiği sorusuna verdiği cevapla yorumlamış oluyor; “...Bizim kurduğumuz bir iki cümleden cevap değil de soru çıkıyorsa o daha müthiş. İşte izleyici orada devreye giriyor, kendi merakı, kendi algılamasıyla”. İzleyici belgesel ilişkisi önem kazanıyor böylece, hatta belgeselin işlevini oluşturuyor bu ilişki. Seyirci soru soruyor, aynı yönetmen gibi, belki de farklı bir yerden, anlamaya çalışıyor meseleyi; belgesel, temsil ediyor, anlatıyor ama cevap vermiyor, soru soruyor böylece. Soruların kendisi değil, soruların sordurulması da In Transit’in neden’ini oluşturmuş oluyor.


[1] Belgeselde Yeni Dalga Paneli, Sinema Söyleşileri 2005 (Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2005)