29 Temmuz 2013 Pazartesi

Birkaç Soderbergh Filmi

Tesadüf eseri - bahanesiz - bu hafta izlenen üç adet Steven Soderbergh filmi hakkında birkaç cümle:

Salgın (Contagion, 2011)

Alışılmış ‘kalabalık oyuncu kadrosu’ tanımlamasına teknik olarak ait olsa da, afişindeki isimlerin hiçbirine yeteri kadar ilgi göstermediğinden olacak, bu tanımlamaya rağmen göz yormayan bir film Contagion. Filmin tek bir başrolü -teması, derdi ya da motifi değil, alenen ‘başrolü- var, o da söz konusu bulaşıcı virüsün ta kendisi. Öyle ki, film boyunca kamera adeta aklında tek bir şey – virüsün hikayesini anlatma derdi – varmışcasına, ve başka hiçbir şey önemli değilmişcesine, oradan oraya geziyor, karakterleri kısa kısa gözlemleyip bize sadece gerekli şeyleri aktarıyor.

Hiçbir karakterine dört elle sarılmayan (göz kırpmadan öldürülmelerinden bahsetmiyorum, genel geçer anlatılmalarından bahsediyorum) film, aynı zincirin halkalarını oluşturan küçük hikayeleri, hikaye bile denmeyecek bir sahiplenmeden uzak olma haliyle ve başrolün ağırlığına saygılı bir şekilde, onun hikayesini anlatmak için kullanıyor. Bu da seyirciye, ünlü oyuncuların varlıklarına değil ama etraflarını saran virüs gerçeğine ve dolayısıyla da filmin göze batan ama görevini iyi yapan müzikleri ile de altını çizdiği gerilimine odaklanma olanağı sağlıyor. Ve yine bu sayede, başını sonunu, soruların cevabını merak etmeyi bırakıp, oldukça ‘pasif’ bir şekilde seyreyliyoruz olanları, dakika dakika, an an ve sakin bir gerilim içinde.






Magic Mike (2012)

Magic Mike oldukça düz, düz olmasından daha önemlisi ‘basit’, anlaması kolay, derdi belli, derli toplu bir hikaye anlatıyor bize. Eğer tek bir başarısı varsa, o da  hikayesinin derdine de paralel bir şekilde, anlattığı şov dünyasını allayıp pullamadan, adeta bir müzik videosu izliyormuşuz hissi yaratmadan anlatması. Filmin pazarlamasında büyük yeri olan erkek striptizi teması, bu pazarlama taktiğinin yarattığı beklentiyi boşa çıkarıyor ve film bize önce, çoğunlukla mekanın sahneye en uzak yerinden izlediğimiz bir ‘renkli rüyalar’ dünyası, daha sonra da “gençken serserilik, gez toz, çılgınlık iyi de, insan durmayı bilmeli, herkes gibi, güvenceli bir yol çizmeli kendine” ana fikri sunuyor.

İnsan düşünmeden edemiyor, eğer filmin Mike karakterinden bir aziz yaratma derdi olmasaydı, daha iyi bir hikaye sunar mıydı bize?



Acı Reçete (Side Effects, 2013)

Side Effects’in yaprak yaprak açılan bir hikayesi var: Her seferinde – üç beş sahnede - bir çizgiyi daha geçiyorsunuz. Hikaye hakkında öğrendiğiniz yeni şeyler, aslında anlatılan hikayenin kendisinin de sandığınızda farklı olduğunu anlatıyor: iki kişinin ilişkisiyken ilk halka, üçüncü bir kişinin ilişkiye profesyonel bakışının hikayesine, bir psikolog-hasta hikayesine dönüyor, son halkayı ise süprizlerin gösterdiği suç hikayesi oluşturuyor.


İzleme keyfini arttıran bu deneyim, filmik öğelerin seçimi ile de desteklenmekte. Örneğin ilk sahnelerdeki yakın çekimler, bizde sadece gerçek anlamıyla değil, metaforik anlamıyla da birkaç adım geri çekilip büyük resmi görme, görebilme isteğini uyandırıyor. Bu yakın çekimler daha sonra yerini üstten ve alttan çekim yapan kameraya bırakıyor ve böylece görüntüler bize ‘gözlerin Dr. ‘un üzerinde olduğunu’ anlatıyor. Filmin üçüncü ve son kısmı (yaklaşık olarak son 25 dakikası) ise daha geniş, tabir-i caizse rahat çekimlerle hikayeyi toparlıyor ve bitiriyor; filmin son dakikasında da Emily koca bir şehirdeki koca bir binada, küçük bir kız olarak kalıyor.