20 Kasım 2013 Çarşamba

Eski Posterler: Bir Kadının Anatomisi


    Bir Kadının Anatomisi, ismi itibariyle, kadın bakış açısı yorumlarından fazlasını vaat eden bir film. İster istemez, hikayeden beklentimiz büyük; bir kadını oluşturan bütün parçalardan bahsedecek bu hikaye bize. Fakat, Bir Kadının Anatomisi, farklı bir yol çiziyor ve bütün hikayeyi, kadına göre konumlanan erkekler üzerinden anlatıyor. Anatomi, sadece vücudu incelediğinden, ruhu dışarıda bırakıyoruz ve eşten, ilişkilerden bahsediyoruz kadını tanımlarken.
    Hikayede, çok sevdiği kocasını, tam da aralarında sorunlar başladığında kaybeden ‘kadın’ (çünkü filmde hiçbir karakterin ismini bilmiyoruz) birbirlerinin yokluğunu, ya da sadece kendi yalnızlığını telafi eden erkekleri hayatına sokmaya başlıyor. Ruhun incelenmesini es geçtiğimizden, bir kadının neden hayatında devamlı bir ilişkiye/eşe ihtiyaç duyduğunun cevabını alamıyoruz. Ancak yanlış kararlar bile olsa, karşısına çıkan farklı farklı erkekleri hayatına almaya devam ediyor kadın; belki öyle olması gerektiğinden, belki de maddi durumunun iyiliğine, ayakları yere basan bir kadın olmasına rağmen hayatında bir ‘kocaya’ ihtiyaç duyduğundan.
    Filmdeki kadının portresi, hikayeyi geliştiren adımlar açısından çok önemli. Karşımızda, kariyerinde başarılı, elinden kırmızı şarabını düşürmeyen, klasik müziği tercih eden, ses yükseltmeyi asla medeni bulmayan, “buna hakkın yok, bu hiç kibar değil, medeni olmalıyız” gibi cümleleri dilinden düşürmeyen, ve de erkekler tarafından devamlı arzulanan bir kadın var. Yaptığı seçimleri kumar oynamaya benzetme lüksü olan bu kadının varlığını baştan kabul etmeliyiz; o, erkeklerin suya sabuna dokunmayan bir melek mertebesine yükselttiği saf kız değil; başını alıp gitme lüksü olan bir kadın ve erkek de onu memnun etmek zorunda. Bir Kadının Anatomisi, böylece, seçimini, maddi, ailevi ve bunun gibi sebeplerden dolayı, ‘kalmaktan’ başka çaresi olmayan kadından yana değil ,90’lı yılların, güçlenen, maddi sorunları olmayan, modern hayatta söz sahibi kadınını anlatma yönünde yapıyor. Hikaye de, bu kadına göre konumlanmış ve hepsi bir protatip haline getirilmiş erkeklerin hikayesine dönüşüyor.
    ‘Emekçi bir ailede doğdum ama kendimi asilzade gibi hissediyorum’ sözünün sahibi, sınıf atlama çabasında; kadını memnun etme, onun gözünde yükselme ısrarıyla evliliğini boğan kocadan sonra; bir kasabada inşaat mühendisliği yapan erkek yerine, klasik müzik bestecisi erkeğin seçilmesi, filmin genel dokusu içinde çok manidar. Açık açık dile getirilmese de, kardeşler, arkadaşlar tarafından belli ediliyor ki; kadının belli bir hayat standartı var ve bunu korumak çok önemli. Film, hikaye boyunca, bu ‘küçük burjuva’ hallerini, göze sokuyor. İzlediklerimiz, zaman zaman ‘taşra usulü eğlenmeyi’ seçen, inşaat mühendisliği yerine, endüstri mühendisliği veya dekorasyon mesleklerine sahip, çay değil şarap içen, konuşmalarında ‘formasyon, konsantrasyon’ gibi kelimeleri kullanan, evine yağlı boya tablo asan –ama yatay mı dikey mi durması gerektiğini bilmeyen- insanlar. Bu netliğe rağmen, film, kadın erkek ilişkisi içindeki, hayat standartı beklentisinin getirdiği çatışmayı suya sabuna dokunmadan veriyor. Ne kadını suçlayabiliyoruz, yaşamından beklentileri için, ne de erkeği, ‘ilkelliği’, ‘kıskançlığı’ için. Önümüzde, sadece bir kadın var, ve sadece onun seçimleri. Bundan ötesi anlatılmamış adeta. Erkeklerin hepsi, onun karşısında tanımlıyor kendilerini. Filmin, hikaye son bulurken, bütün çatışmalara verebileceği tek cevap, ayrı dünyaların insanı olmak belki de; ruhu tanımlamadan, ilişki içinde olabilmek çerçevesinde.
    Bir Kadının Anatomisi, protatip insanlarına rağmen, aklı meşgul edecek sahnelere ve hikayesini sembollere dayandırmadan, herşeyin tüm karakterler tarafından açık açık söylendiği bir anlatıma sahip. Bu anlatım, dolu dolu olay örgüsüne sadelik ve gerçeklik katmakta. Belli insan tiplerini kendine karakter seçen film, bu insanları, kadrosundaki önemli oyuncuların da yardımıyla, tek atımlık sahnelerle, en sade ve anlaşılır biçimde anlatıyor. Oyunculuğunu, aşırılıklara boğmadan, tüm yalınlığı ile sergileyen ve karakterini tam bir uyum içinde canlandıran Hülya Avşar’a da hakkını vermek gerek. Birçok ünlü ismi de barındıran film, Avşar’ın filmografisinde kesinlikle önemli bir yere sahip. 

13 Kasım 2013 Çarşamba

"İlham Veren Belgeseller": Everything's For You


Abraham Ravett’in, Everything’s For You isimli belgeseli, ismine rağmen, ne babası hakkında ne de babası için yapılmış bir belgesel değil aslında. 1974– 1977 yılları arasında, babası vefat etmeden önce çekilen görüntülerde, babasının kameraya/oğluna konuşmaları ile başlasa da film, izlediklerimizin büyük oranı, 84-89 yılları arasında, Ravett babasını kaybettikten sonra çekilen görüntüler. Fakat filmin ismi, belgeselin çekiliş amacını ya da daha da önemlisi Ravett’in belgeseliyle ortaya koyduğu hislerini özetlemekte; herşey babası hakkında aslında; anıları, cevaplanmamış soruları, aile yaşamı, hatırladıkları ve bilmedikleri...
    Everything’s For You, Ravett’in bilinç akışının somut bir şekilde perdeye yansıtılmış bir hali adeta. Filmin birçok kaynakta, deneysel film etiketiyle yer alması da bundan kaynaklanıyor belki de. Babasının ölümünden sonra, onun kendisine anlattığı ve anlatmadığı anılarını bilmek, babasını daha iyi tanımak isteyen, bütün bunları yaparken de kendi çocukluk anılarına dönen Ravett, perdeye de aklından geçtiği gibi yansıtıyor görüntüleri. Kimi zaman durağan, kimi zaman patır patır akar halde görüyoruz fotoğrafları ve Ravett’in aklına nasıl takılıp kalıyorsa bazı sorular, biz de tekrar tekrar duyuyoruz onları. Öyle ki, çocuk çizimlerine benzeyen animasyonların kullanıldığı sahnelerden birine, aynı Ravett’in aklına gelme sırasında olduğu gibi, önce babasının ağzından çıkan cümleyi duyuyoruz biz de, sonra anıyı hatırlıyoruz / izliyoruz.
    Yahudi soykırımını atlatmış ve ardında bir aile bırakmış bir babanın oğlu olan Ravett, belgeselinde arşiv görüntülerine yer verse de, siyasi bir duruş sergilemiyor. Bunun nedeni de, ölmüş babasına yönelttiği ve sürekli yinelediği sorularına cevap alamamış olması aslında. Nobody’s Business’in aksine, Everything’s For You, bir araştırmaya dayanan ve yönetmenin babasıyla kamera karşısında hesaplaştığı bir film değil. Ravett’in cevap alamadığı sorularını tekrarladığı, ona anlatılmayanlar yüzünden içten içe kızgın olduğu; bir taraftan da, kendi yaşantısında babasını bulduğu, yokluğuna rağmen etkisini hissettiği / hissettirdiği bir film Everything’s For You.
    Birinci şahıs belgesellerinin ilginç örneklerinden biri olan Everything’s For You, farklı bir seyir deneyimi vaat etmekte. Hatırlayarak (ya da hatırlayamayarak) babasını anan bir oğulun düşüncelerini somutlaştırıp perdeye yansıtan film, türünün gücüyle, kendisinden bahsederken, bu bahsetme şeklini de perdeye yansıtarak, sizi, bu sefer kendiniz, kendi anılarınız hakkında düşünmeye itiyor.

7 Kasım 2013 Perşembe

Güzelleme: Ben de Özledim

Sabahları işime gitmeden önce serviste kitap okuyorum. Şansım varmış ki, birkaç haftadır da hep beni çok etkileyen kitaplar geçti elime. Daha kahvaltı etmeden kitabın kapağını açıp, kartımı okutmadan hemen önce de kapattığımdan, geçenlerde fark ettim, birden bıçak gibi kesintiye uğruyor dünyam. "Her kitap başka bir dünya" klişesinden bahsetmiyorum (umarım bahsetmiyorumdur), bir unutma hali kastettiğim. Daha doğrusu bir unutma değil de hatırlama anı bana bunları düşündüren: kitabı kapattığım anda nerede olduğumu hatırlıyorum - nerede olduğu da insana çok şey hatırlatıyor. Fakat bir kitabın cümleleri ya da bir filmin görüntülerindeyken aklım, kesintiye uğruyor - kızlı erkekli yaşanırken, arkasında binbir dolap döndüren - hayat. Sabahları o kesintiden hemen sonra iş güç geldiğinden acı, akşamları belki de buralara bir şeyler karaladığımdan daha bir gerçekliğe nüfuz eden, daha bir ilham veren hatta umutlu.

Ben de Özledim'in ikinci bölümünü izlerken yine düşündüm bunları. Fakat bu sefer tam tersini hissettiğimi. Ben de Özledim'i izlerken, başka bir dünyada değilim; yine ben benim ve hayat devam ediyor etrafımda - görüntülerin en içine girdiğim anda bile. Ve burada bitirebilirim bu yazıyı: İşte bu yüzden güzel Ben de Özledim, işte bu yüzden seviyoruz bu ekibin işlerini. (Başlıkta uyarmıştım, bu yazı bir güzelleme yazısı.)



Ekibin Leyla ile Mecnun'da bir nebze daha fazla eğip büküp dizi -gösteri- haline getirdikleri umursamazlık, Ben de Özledim'de saklanmama kararı almış durumda. Şöyle ki, sadece kurgusal karakterlerin değil, ekibin de (nacizane bence) üzerinde "kaybedecek daha neyimiz var" hissi ve daha da önemlisi bu hissin yol açtığı cesaret var. Bu cesaret bir taraftan absürt komedi türünün hamurunu oluşturuyor, bir taraftan da işin gösteri kısmını alıp götürüyor.

"Biz gülmeyi bırakana kadar devam" sözleri de işte tam burada anlam kazanıyor. Ekip yarattıkları eseri ayrı bir dünya yaratma, o dünyayı boyayıp bir de paylaşma kaygısından uzakta, buzdolabında hali hazırda var olan malzemelerden yapıveriyor. Ortaya çıkıveren ürün portakallı pekin ördeği olmadığından, dünyamızı kesintiye uğratmıyor, kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi boyamıyor - ve evet bunu tüm 'absürtlüğün' rağmen yapmıyor. Leyla ile Mecnun da aynı tabiatın ürünü(ydü), Ben de Özledim ise bu tabiatın kendisi. Tüm bunların sonucu ise seyircide uyandırılan gerçeklikten kopmama durumu, gazeteci ağzıyla samimiyet ve içtenlik, hayran lugatında 'bizden biri'lik.

Birbaşka yazımda, kendini çok ciddiye alan absürt bir metasinema örneği, Yedi Psikopat'dan bahsetmiş, filmin beğenilme sebebinin, beğenilmeyip buruşturularak çöpe atılan kağıtlarda ne yazılı olduğu da dahil olmak üzere bir eserin yaratımına tanık olma şansını tanıması olduğunu iddia etmiştim. Son olarak, benzer bir iddiayı bu güzellemeyi pekiştirmek için de kullanabilirim. Zira Ben de Özledim de bize benzer bir şans tanıyor. Bahsettiğim 'hayranı olduğumuz' oyuncuların tam da hayalimizdeki gibi sevdiğimiz karakterlerinden kopamamasını görmek ya da bir magazin programı izliyor hissine kapılmak değil. Bahsettiğim, dizide Yedi Psikopat'ın sunduğunun da bir adım ötesinin sunulması, yani bir fikrin yaratım sürecinin değil, o fikrin fikir haliyle kendisinin verilmesi. Karşımızda "işte sonunda da bu diziyi çekmeye karar vermişler" ile "bu diziyi şu anda çekiyorlar" arasındaki ince çizgide umarsızca "takılan" bir eser mevcut. Öyle ki, dizinin metasinema halinin bir metafor olduğunu iddia etmek mümkün. Sonuçta tahmin etmenin çok da zor olmadığı bir şekilde, her absürtlüğün gerçeklikte bir izdüşümü, her esprinin bir anlamı var.

Ve böylece de kendini çok ciddiye alması gerekirken ve ciddi şeyler anlatırken, o ciddiyetle zerre ilgilenmeyen bu absürt metasinema örneğini izlemekte büyük bir keyif var.