Öznel Anlatım ve Güvenilmezlik İlişkisi
Thomas Elsaesser, çağdaş sinemanın
popüler bir eğilimi olarak adlandırdığı akıl oyunları filmini bir tür olarak
tanımlarken, filmin seyirciye yalan söylüyor olabileceği ihtimalinin öne
çıkarılmasından bahseder (2009, 19). Akıl oyunları filmi, filmin seyirciye
karşı dürüst, öykü dünyasının sınırları içinde tutarlı ve yine aynı sınırlar
içinde doğru olacağına dair sözde anlaşmayı bozar, ve ya seyirciyi ya da kendi dünyasındaki
bir karakteri ‘kandırır’ (19). Bu bağlamdaki hikaye anlatma tarzı, anlatı
kuramında ise “güvenilmez diskur” (unreliable discourse) şeklinde tanımlanır.
Bu kapsamda, anlatı ya okuyucu/izleyiciden belirli gerçekleri esirger ya da
belirli gerçekleri hatalı aksettirir. Bu teorideki ikinci seçenek, yani hatalı
aksettirme, sadece sinemaya özgüdür. Zira sinemada ‘gösterilen’ kaçınılmaz
olarak filmin öykü dünyasına ait olur, böylece de olmamış olan, olmuş gibi
aksettirilebilir.
Güvenilmez diskurun her türlü sunumunun
ise ortak bir noktası vardır: sadece ve sadece “gerçek” versiyonun varlığının
ortaya çıkması, sunulanı güvenilmez yapacaktır. Filmin sonunda, karakterin
uykudan uyandığını görür ve izlediklerimizin bir rüya olduğunu anlarız. Eğer
anlatı bizden uykudan uyanma sahnesini esirgerse, izlediklerimiz de rüya olmaz;
olsa olsa gerçekdışı, abartılı ya da belki de “fazlasıyla normal” bir anlatı
olur izlediğimiz. Bu durumda, uykudan uyanmayı içeren diğer filmdekinin aksine,
geriye dönük bir sorgulama yapmamıza gerek yoktur; izlediğimiz film (kendi
gerçekliği çerçevesinde), ‘güvenilir’ ya da ‘doğrudur’.
Bu satırların yazarının bitirme tezinin
başlangıç noktası olan ve yukarıda kısaca bahsedilen teorilerle ilişkili ancak
onların arasında kendine bir yer edinmemiş belli türdeki bazı filmler ise
anlattıklarını, bir çeviri nüktesi olarak değil, kelimenin tam anlamıyla
‘güvenilmez’ olarak sunarlar. Mevzubahis filmlerde, ‘asıl versiyonun’ varlığı
ima edilir ancak bu versiyon sunulmaz: Dolaylı yoldan izlediklerimizin bir rüya
olduğu ‘hissettirilir’ ancak asla açık açık söylenmez, karakter filmin sonunda
uyanmaz. Bu filmler böylece, tabir-i caizse yanlışlarını düzeltmedikleri için,
ne gerçek ne yalan, sadece güvenilmezlerdir. “Gerçek-miş gibi yapan, bilinçli
bir yalan” sunulmaktadır bize: Yalan bilinçlidir çünkü filmin kendisi başka bir
versiyonun varlığını ima eder (“sanırım bu bir rüya”), ve gerçek-miş gibi yapar
çünkü ortada gerçek diye adlandırılacak başka bir versiyon (uyanma sahnesinin
işaret ettiği rüya dışı –asıl- gerçeklik) yoktur.
Bu bilinçli yalanın olduğu anlatıyı
mümkün kılan unsurları, ‘bir meta-sinema unsuru olarak yaratma eylemi’ ve ‘öznel
algı’ olarak ikiye ayırmak, genel olarak ‘öznellik’ başlığı altında ise tek bir
maddeye indirmek mümkün. Devam etmeden önce ise, öznelliği tanımlamakta yarar
var: Moreno (1953) ‘öznel anlatım’ ya da ‘birinci şahıs anlatım’ kavramlarını
iki kategoriye ayırır. İlk kategoride ‘birinci şahıs anlatım’, kameranın öznelleştirilmesi
ile sağlanırken, ikincisinde ise anlatıcı kullanılır. Bu yazıda bahsi geçen
öznellik ise, bu iki kategorinin de dışında kalmakta, ne görüntü ya da sesin
bir karaktere atfedilmesiyle ne de bir anlatıcı kullanımıyla sağlanmaktadır.
Aksine, bahsi geçen öznellikte, filmin anlatımı bir karakterin yaratıcı gücüne,
hikaye yaratımına ya da olaylara öznel bakış açısına atfedilmektedir. Bu atıf,
görüntü, ses ve anlatıcı yoluyla değil, hikayenin kendisi üzerinden
hissetirilerek yapılır.
Bu öznelliğe verilebilecek belki de en
açıklayıcı örnek metasinemadır. Metasinema örneğinde, filmin öykü dünyasına ait
bir karakter, filmin kendi hikayesini yaratmış, hatta yaratmaktadır. Bu
bağlamda, anlatılan (film nezdinde gösterilen) kendi gerçekliğinde (yani filmin
öykü dünyasında) açık bir şekilde yaratılıyor/yaratılmış olması sebebiyle bir
‘güvenilmezlik’ kazanır. Zira izlediğimiz hikaye, başta bahsi geçen akıl oyunu
filmindeki gibi ‘asıl versiyonu başka türlü olan bir kandırmaca’ (gerçek değil
rüya) değildir fakat uydurulmuş, yaratılmış, öznel bir şekilde manipule edilmiş
bir hikayedir; bir yaratımdır. Böylece öznellik, gerçek-miş gibi yapan (bir
filmi oluşturan) bilinçli (bir yaratım olduğunu kabul eden) bir yalanı yaratır;
ve gösterilenin öznel bir şekilde manipule edildiğini ima eden her unsur da
filmin, son mihvalde, ‘güvenilmez’ olduğunu onaylar.
Güvenilmez Yedi Psikopat
Yedi Psikopat, tam da bu noktada bahsi
geçen teze mükemmel bir örnek oluşturur. Film boyunca, filmin
anakarakterlerinden Marty, Yedi Psikopat isimli bir senaryo tasarlar. Taslaklar
halinde ve yedi adet psikopatın hikayelerinden oluşan yedi madde halinde
yazdığı senaryo önceleri kendi başına gelenlerden (izlediğimiz filmin öykü
dünyasından) bağımsızdır. Ancak kısa bir süre sonra, ‘gerçek hayattan’
senaryosuna esin kaynağı olan şeyler ile, ‘gerçek hayatı’ çakışmaya, bir süre
sonra da diğer karakterlerin kendi gerçekliklerinden ‘bu film’ diye
bahsetmeleri ile iyice örtüşmeye başlar. Böylece Yedi Psikopat, açık bir
şekilde ana karakterinin yarattığı filmin ta kendisi olduğuna dair imalarda
bulunur ve bir metasinema örneği oluşturur.
Filmin tüm anlatımının
anakarakterlerden birine, Marty’e ait olduğunun sunulması (hissettirilmesi) ile
birlikte, film de tüm kısımlarının belli bir öznellik süzgeçinden geçirilerek
anlatıldığının (olmuş olayları hikayeleştirme) ya da aynı öznellik süzgeçi ile
yoktan var edildiğinin (kurgusal anlatım) haberini verir. Bu noktadaki yoktan
var etme, yani kurgusal bir hikaye anlatma durumu, herhangi bir filmin
kurgusundaki yaratımdan farklıdır zira söz konusu filmde yaratılan da yaratan
da bu kurguya aittir. Yani söz konusu olan, Yedi Psikopat filminin yönetmeni ve senaristi Martin McDonagh’ın
yaratımı değil, Marty’nin yarattığı (iddia edilen) hikayenin kurgusudur.
Bu durumun bir başka, ve bu yazının ana
konusu olan sonucu ise filmin öznel ve nesnellik sınırlarını
belirsizleştirmesidir. Yedi Psikopat, bir metasinema örneği olarak,
gerçekliğini kendi öykü dünyasına ait bir karakterin yaratımı olarak sunar. Bu,
yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi bütün anlatımın öznel bir şekilde manipule
edildiğini ima etmektedir. Bunun sonucu olarak da karakter, hem filmin
öznelliğinin kaynağı, hem de öznel manipulasyonunun (yani filmin) bir parçası
olur, ve filmin öznel ve nesnellik sınırlarını belirsizleştirir. Böylece film
yalanına bir alternatif, ‘asıl versiyon’ sunamaz. Bunun yerine, tüm anlatı
öznel olarak yaratılmış ve dolayısıyla da ‘güvenilmez’ hale gelir. Sonuç
olarak, filmi deneyimlerken, zamanla, izlediğimiz her şeyden şüphe duymaya
başlarız. Sanki izlediğimiz olaylar ve izlediğimiz karakterler, filmin bize
göstermediği başka bir gerçeklik düzeyine aittir ancak bize filmin öykü
dünyasına ait bir karakterin (Marty’nin) öznel manipulesi ile sunulmaktadır.
Bu noktada, Yedi Psikopat’ı güvenilmez bir film olarak tanımlamış bulunuyoruz. Ve yine bu noktada yazar, bu yazının bir beğeni belirtme derdi olmamasına rağmen, “öyleyse negatif bir kelime ile – güvenilmez – tanımladığımız bu filmden nasıl oluyor da keyif alıyoruz?” sorusunu soruyor.
Bu noktada, Yedi Psikopat’ı güvenilmez bir film olarak tanımlamış bulunuyoruz. Ve yine bu noktada yazar, bu yazının bir beğeni belirtme derdi olmamasına rağmen, “öyleyse negatif bir kelime ile – güvenilmez – tanımladığımız bu filmden nasıl oluyor da keyif alıyoruz?” sorusunu soruyor.
Güvenilmezliğin Nesi Güzel?
Yedi Psikopat’ın en göze çarpan özelliği
belki de tüm sululuğuna rağmen, kendini çok ciddiye alması. Film, yaratım
sürecini bir araç olarak kullanmaktan çıkarıp, hikayenin bir anlamda kendisi yapıyor,
ve tüm film, tüm olaylar ve tüm karakterler bir senaryo yazmak hakkında oluyor.
Bu zaman zaman sulu bir espri haline gelerek, mezarlık sahnesinin komikliğinde
kendini gösterirken, karakterlerin gerçeklikleri yaratılan filmin sululuğu, bu
sululuk da filmin yaratıcılık hakkındaki söylemlerinden biri oluyor: Marty’nin,
Billy tarafından hiç sevilmeyen sevgilisi “bir kaltak olduğu için” çatışmanın
ortasında kalıyor ve onlarca kurşun yiyor; Aynı çatışmada, kafalar tek bir
kurşunla patlıyor. Ancak tam da bu durumun imkansızlığı, ilerleyen sahnelerde
açıkca espri kaynağı oluyor ve karakterler kendi yaratım süreçleri ile dalga
geçiyorlar.
İşte Yedi Psikopat’ın sunduğu film izleme keyfi de tam buradan geliyor.
Bahsi geçen sahnede ve bir dolu diğerinde, seyirci olarak biz sadece yaratım
sürecine tanık olmakla kalmıyor aynı zamanda çöpe atılan sayfaları da
görüyoruz. Filmin güvenilmezliği, bir sebeple senaryodan çıkarılan sahneleri,
senaryo yazılırken bir saatten sonra yorgunluktan espri haline gelen absürt
fikirleri, ve hatta esin kaynaklarını da kapsıyor. Böylece Yedi Psikopat yaratma durumu ve yaratma durumunun getirdiği belirsizlikleri de filmin
‘güvenilmezliği’ yapıp; tüm bunları da ‘sululuk’ sosuyla sunuyor. Bu sebeple biz
de, 'bir insan yüzünü gösteren karikatürden asıl keyfi o insanın gerçekteki
yüzünü tanıdığımızda almamız' gibi, bu hikayeyi şifrelerini bildiğimiz (yaratımına tanık olduğumuz) için keyifle izliyor / seviyoruz.
Sonuç olarak güvenilmezlik hissi baki - muhtemelen bu insanlar farklı
bir şekilde farklı bir yerde mevcuttur hissi mevcut olsa da, Yedi Psikopat, yaratılmış olanı değil, yaratmayı anlatıyor ve güvenilmezliği 'keyifli hale getiriyor'.