17 Nisan 2013 Çarşamba

Yedi Psikopat: Gerçekmiş Gibi Yapan Bilinçli Bir Yalan


Öznel Anlatım ve Güvenilmezlik İlişkisi

Thomas Elsaesser, çağdaş sinemanın popüler bir eğilimi olarak adlandırdığı akıl oyunları filmini bir tür olarak tanımlarken, filmin seyirciye yalan söylüyor olabileceği ihtimalinin öne çıkarılmasından bahseder (2009, 19). Akıl oyunları filmi, filmin seyirciye karşı dürüst, öykü dünyasının sınırları içinde tutarlı ve yine aynı sınırlar içinde doğru olacağına dair sözde anlaşmayı bozar, ve ya seyirciyi ya da kendi dünyasındaki bir karakteri ‘kandırır’ (19). Bu bağlamdaki hikaye anlatma tarzı, anlatı kuramında ise “güvenilmez diskur” (unreliable discourse) şeklinde tanımlanır. Bu kapsamda, anlatı ya okuyucu/izleyiciden belirli gerçekleri esirger ya da belirli gerçekleri hatalı aksettirir. Bu teorideki ikinci seçenek, yani hatalı aksettirme, sadece sinemaya özgüdür. Zira sinemada ‘gösterilen’ kaçınılmaz olarak filmin öykü dünyasına ait olur, böylece de olmamış olan, olmuş gibi aksettirilebilir.

Güvenilmez diskurun her türlü sunumunun ise ortak bir noktası vardır: sadece ve sadece “gerçek” versiyonun varlığının ortaya çıkması, sunulanı güvenilmez yapacaktır. Filmin sonunda, karakterin uykudan uyandığını görür ve izlediklerimizin bir rüya olduğunu anlarız. Eğer anlatı bizden uykudan uyanma sahnesini esirgerse, izlediklerimiz de rüya olmaz; olsa olsa gerçekdışı, abartılı ya da belki de “fazlasıyla normal” bir anlatı olur izlediğimiz. Bu durumda, uykudan uyanmayı içeren diğer filmdekinin aksine, geriye dönük bir sorgulama yapmamıza gerek yoktur; izlediğimiz film (kendi gerçekliği çerçevesinde), ‘güvenilir’ ya da ‘doğrudur’.

Bu satırların yazarının bitirme tezinin başlangıç noktası olan ve yukarıda kısaca bahsedilen teorilerle ilişkili ancak onların arasında kendine bir yer edinmemiş belli türdeki bazı filmler ise anlattıklarını, bir çeviri nüktesi olarak değil, kelimenin tam anlamıyla ‘güvenilmez’ olarak sunarlar. Mevzubahis filmlerde, ‘asıl versiyonun’ varlığı ima edilir ancak bu versiyon sunulmaz: Dolaylı yoldan izlediklerimizin bir rüya olduğu ‘hissettirilir’ ancak asla açık açık söylenmez, karakter filmin sonunda uyanmaz. Bu filmler böylece, tabir-i caizse yanlışlarını düzeltmedikleri için, ne gerçek ne yalan, sadece güvenilmezlerdir. “Gerçek-miş gibi yapan, bilinçli bir yalan” sunulmaktadır bize: Yalan bilinçlidir çünkü filmin kendisi başka bir versiyonun varlığını ima eder (“sanırım bu bir rüya”), ve gerçek-miş gibi yapar çünkü ortada gerçek diye adlandırılacak başka bir versiyon (uyanma sahnesinin işaret ettiği rüya dışı –asıl- gerçeklik) yoktur.

Bu bilinçli yalanın olduğu anlatıyı mümkün kılan unsurları, ‘bir meta-sinema unsuru olarak yaratma eylemi’ ve ‘öznel algı’ olarak ikiye ayırmak, genel olarak ‘öznellik’ başlığı altında ise tek bir maddeye indirmek mümkün. Devam etmeden önce ise, öznelliği tanımlamakta yarar var: Moreno (1953) ‘öznel anlatım’ ya da ‘birinci şahıs anlatım’ kavramlarını iki kategoriye ayırır. İlk kategoride ‘birinci şahıs anlatım’, kameranın öznelleştirilmesi ile sağlanırken, ikincisinde ise anlatıcı kullanılır. Bu yazıda bahsi geçen öznellik ise, bu iki kategorinin de dışında kalmakta, ne görüntü ya da sesin bir karaktere atfedilmesiyle ne de bir anlatıcı kullanımıyla sağlanmaktadır. Aksine, bahsi geçen öznellikte, filmin anlatımı bir karakterin yaratıcı gücüne, hikaye yaratımına ya da olaylara öznel bakış açısına atfedilmektedir. Bu atıf, görüntü, ses ve anlatıcı yoluyla değil, hikayenin kendisi üzerinden hissetirilerek yapılır.

Bu öznelliğe verilebilecek belki de en açıklayıcı örnek metasinemadır. Metasinema örneğinde, filmin öykü dünyasına ait bir karakter, filmin kendi hikayesini yaratmış, hatta yaratmaktadır. Bu bağlamda, anlatılan (film nezdinde gösterilen) kendi gerçekliğinde (yani filmin öykü dünyasında) açık bir şekilde yaratılıyor/yaratılmış olması sebebiyle bir ‘güvenilmezlik’ kazanır. Zira izlediğimiz hikaye, başta bahsi geçen akıl oyunu filmindeki gibi ‘asıl versiyonu başka türlü olan bir kandırmaca’ (gerçek değil rüya) değildir fakat uydurulmuş, yaratılmış, öznel bir şekilde manipule edilmiş bir hikayedir; bir yaratımdır. Böylece öznellik, gerçek-miş gibi yapan (bir filmi oluşturan) bilinçli (bir yaratım olduğunu kabul eden) bir yalanı yaratır; ve gösterilenin öznel bir şekilde manipule edildiğini ima eden her unsur da filmin, son mihvalde, ‘güvenilmez’ olduğunu onaylar.

Güvenilmez Yedi Psikopat

Yedi Psikopat, tam da bu noktada bahsi geçen teze mükemmel bir örnek oluşturur. Film boyunca, filmin anakarakterlerinden Marty, Yedi Psikopat isimli bir senaryo tasarlar. Taslaklar halinde ve yedi adet psikopatın hikayelerinden oluşan yedi madde halinde yazdığı senaryo önceleri kendi başına gelenlerden (izlediğimiz filmin öykü dünyasından) bağımsızdır. Ancak kısa bir süre sonra, ‘gerçek hayattan’ senaryosuna esin kaynağı olan şeyler ile, ‘gerçek hayatı’ çakışmaya, bir süre sonra da diğer karakterlerin kendi gerçekliklerinden ‘bu film’ diye bahsetmeleri ile iyice örtüşmeye başlar. Böylece Yedi Psikopat, açık bir şekilde ana karakterinin yarattığı filmin ta kendisi olduğuna dair imalarda bulunur ve bir metasinema örneği oluşturur.

Filmin tüm anlatımının anakarakterlerden birine, Marty’e ait olduğunun sunulması (hissettirilmesi) ile birlikte, film de tüm kısımlarının belli bir öznellik süzgeçinden geçirilerek anlatıldığının (olmuş olayları hikayeleştirme) ya da aynı öznellik süzgeçi ile yoktan var edildiğinin (kurgusal anlatım) haberini verir. Bu noktadaki yoktan var etme, yani kurgusal bir hikaye anlatma durumu, herhangi bir filmin kurgusundaki yaratımdan farklıdır zira söz konusu filmde yaratılan da yaratan da bu kurguya aittir. Yani söz konusu olan, Yedi Psikopat filminin yönetmeni ve senaristi Martin McDonagh’ın yaratımı değil, Marty’nin yarattığı (iddia edilen) hikayenin kurgusudur.

Bu durumun bir başka, ve bu yazının ana konusu olan sonucu ise filmin öznel ve nesnellik sınırlarını belirsizleştirmesidir. Yedi Psikopat, bir metasinema örneği olarak, gerçekliğini kendi öykü dünyasına ait bir karakterin yaratımı olarak sunar. Bu, yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi bütün anlatımın öznel bir şekilde manipule edildiğini ima etmektedir. Bunun sonucu olarak da karakter, hem filmin öznelliğinin kaynağı, hem de öznel manipulasyonunun (yani filmin) bir parçası olur, ve filmin öznel ve nesnellik sınırlarını belirsizleştirir. Böylece film yalanına bir alternatif, ‘asıl versiyon’ sunamaz. Bunun yerine, tüm anlatı öznel olarak yaratılmış ve dolayısıyla da ‘güvenilmez’ hale gelir. Sonuç olarak, filmi deneyimlerken, zamanla, izlediğimiz her şeyden şüphe duymaya başlarız. Sanki izlediğimiz olaylar ve izlediğimiz karakterler, filmin bize göstermediği başka bir gerçeklik düzeyine aittir ancak bize filmin öykü dünyasına ait bir karakterin (Marty’nin) öznel manipulesi ile sunulmaktadır.

Bu noktada, Yedi Psikopat’ı güvenilmez bir film olarak tanımlamış bulunuyoruz. Ve yine bu noktada yazar, bu yazının bir beğeni belirtme derdi olmamasına rağmen,  “öyleyse negatif bir kelime ile – güvenilmez – tanımladığımız bu filmden nasıl oluyor da keyif alıyoruz?” sorusunu soruyor.

Güvenilmezliğin Nesi Güzel?

Yedi Psikopat’ın en göze çarpan özelliği belki de tüm sululuğuna rağmen, kendini çok ciddiye alması. Film, yaratım sürecini bir araç olarak kullanmaktan çıkarıp, hikayenin bir anlamda kendisi yapıyor, ve tüm film, tüm olaylar ve tüm karakterler bir senaryo yazmak hakkında oluyor. Bu zaman zaman sulu bir espri haline gelerek, mezarlık sahnesinin komikliğinde kendini gösterirken, karakterlerin gerçeklikleri yaratılan filmin sululuğu, bu sululuk da filmin yaratıcılık hakkındaki söylemlerinden biri oluyor: Marty’nin, Billy tarafından hiç sevilmeyen sevgilisi “bir kaltak olduğu için” çatışmanın ortasında kalıyor ve onlarca kurşun yiyor; Aynı çatışmada, kafalar tek bir kurşunla patlıyor. Ancak tam da bu durumun imkansızlığı, ilerleyen sahnelerde açıkca espri kaynağı oluyor ve karakterler kendi yaratım süreçleri ile dalga geçiyorlar.

İşte Yedi Psikopat’ın sunduğu film izleme keyfi de tam buradan geliyor. Bahsi geçen sahnede ve bir dolu diğerinde, seyirci olarak biz sadece yaratım sürecine tanık olmakla kalmıyor aynı zamanda çöpe atılan sayfaları da görüyoruz. Filmin güvenilmezliği, bir sebeple senaryodan çıkarılan sahneleri, senaryo yazılırken bir saatten sonra yorgunluktan espri haline gelen absürt fikirleri, ve hatta esin kaynaklarını da kapsıyor. Böylece Yedi Psikopat  yaratma durumu ve yaratma durumunun getirdiği belirsizlikleri de filmin ‘güvenilmezliği’ yapıp; tüm bunları da ‘sululuk’ sosuyla sunuyor. Bu sebeple biz de, 'bir insan yüzünü gösteren karikatürden asıl keyfi o insanın gerçekteki yüzünü tanıdığımızda almamız' gibi, bu hikayeyi şifrelerini bildiğimiz (yaratımına tanık olduğumuz) için keyifle izliyor / seviyoruz.

Sonuç olarak güvenilmezlik hissi baki - muhtemelen bu insanlar farklı bir şekilde farklı bir yerde mevcuttur hissi mevcut olsa da, Yedi Psikopat, yaratılmış olanı değil, yaratmayı anlatıyor  ve güvenilmezliği 'keyifli hale getiriyor'. 

Hiç yorum yok: