7 Kasım 2013 Perşembe

Güzelleme: Ben de Özledim

Sabahları işime gitmeden önce serviste kitap okuyorum. Şansım varmış ki, birkaç haftadır da hep beni çok etkileyen kitaplar geçti elime. Daha kahvaltı etmeden kitabın kapağını açıp, kartımı okutmadan hemen önce de kapattığımdan, geçenlerde fark ettim, birden bıçak gibi kesintiye uğruyor dünyam. "Her kitap başka bir dünya" klişesinden bahsetmiyorum (umarım bahsetmiyorumdur), bir unutma hali kastettiğim. Daha doğrusu bir unutma değil de hatırlama anı bana bunları düşündüren: kitabı kapattığım anda nerede olduğumu hatırlıyorum - nerede olduğu da insana çok şey hatırlatıyor. Fakat bir kitabın cümleleri ya da bir filmin görüntülerindeyken aklım, kesintiye uğruyor - kızlı erkekli yaşanırken, arkasında binbir dolap döndüren - hayat. Sabahları o kesintiden hemen sonra iş güç geldiğinden acı, akşamları belki de buralara bir şeyler karaladığımdan daha bir gerçekliğe nüfuz eden, daha bir ilham veren hatta umutlu.

Ben de Özledim'in ikinci bölümünü izlerken yine düşündüm bunları. Fakat bu sefer tam tersini hissettiğimi. Ben de Özledim'i izlerken, başka bir dünyada değilim; yine ben benim ve hayat devam ediyor etrafımda - görüntülerin en içine girdiğim anda bile. Ve burada bitirebilirim bu yazıyı: İşte bu yüzden güzel Ben de Özledim, işte bu yüzden seviyoruz bu ekibin işlerini. (Başlıkta uyarmıştım, bu yazı bir güzelleme yazısı.)



Ekibin Leyla ile Mecnun'da bir nebze daha fazla eğip büküp dizi -gösteri- haline getirdikleri umursamazlık, Ben de Özledim'de saklanmama kararı almış durumda. Şöyle ki, sadece kurgusal karakterlerin değil, ekibin de (nacizane bence) üzerinde "kaybedecek daha neyimiz var" hissi ve daha da önemlisi bu hissin yol açtığı cesaret var. Bu cesaret bir taraftan absürt komedi türünün hamurunu oluşturuyor, bir taraftan da işin gösteri kısmını alıp götürüyor.

"Biz gülmeyi bırakana kadar devam" sözleri de işte tam burada anlam kazanıyor. Ekip yarattıkları eseri ayrı bir dünya yaratma, o dünyayı boyayıp bir de paylaşma kaygısından uzakta, buzdolabında hali hazırda var olan malzemelerden yapıveriyor. Ortaya çıkıveren ürün portakallı pekin ördeği olmadığından, dünyamızı kesintiye uğratmıyor, kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi boyamıyor - ve evet bunu tüm 'absürtlüğün' rağmen yapmıyor. Leyla ile Mecnun da aynı tabiatın ürünü(ydü), Ben de Özledim ise bu tabiatın kendisi. Tüm bunların sonucu ise seyircide uyandırılan gerçeklikten kopmama durumu, gazeteci ağzıyla samimiyet ve içtenlik, hayran lugatında 'bizden biri'lik.

Birbaşka yazımda, kendini çok ciddiye alan absürt bir metasinema örneği, Yedi Psikopat'dan bahsetmiş, filmin beğenilme sebebinin, beğenilmeyip buruşturularak çöpe atılan kağıtlarda ne yazılı olduğu da dahil olmak üzere bir eserin yaratımına tanık olma şansını tanıması olduğunu iddia etmiştim. Son olarak, benzer bir iddiayı bu güzellemeyi pekiştirmek için de kullanabilirim. Zira Ben de Özledim de bize benzer bir şans tanıyor. Bahsettiğim 'hayranı olduğumuz' oyuncuların tam da hayalimizdeki gibi sevdiğimiz karakterlerinden kopamamasını görmek ya da bir magazin programı izliyor hissine kapılmak değil. Bahsettiğim, dizide Yedi Psikopat'ın sunduğunun da bir adım ötesinin sunulması, yani bir fikrin yaratım sürecinin değil, o fikrin fikir haliyle kendisinin verilmesi. Karşımızda "işte sonunda da bu diziyi çekmeye karar vermişler" ile "bu diziyi şu anda çekiyorlar" arasındaki ince çizgide umarsızca "takılan" bir eser mevcut. Öyle ki, dizinin metasinema halinin bir metafor olduğunu iddia etmek mümkün. Sonuçta tahmin etmenin çok da zor olmadığı bir şekilde, her absürtlüğün gerçeklikte bir izdüşümü, her esprinin bir anlamı var.

Ve böylece de kendini çok ciddiye alması gerekirken ve ciddi şeyler anlatırken, o ciddiyetle zerre ilgilenmeyen bu absürt metasinema örneğini izlemekte büyük bir keyif var.


Hiç yorum yok: