29 Kasım 2009 Pazar

Close-Up



Kiarostami’nin anlattığı hikaye, sinemayı sokaktan bakmanın hikayesi. Bu hikaye, hem bir filmi izlerken kendinizi ne kadar unutabildiğinizle ilgili, hem de anlatılanın ne kadar ‘siz’ olduğu ile. Kiarostami’nin filminde anlatılan hikaye, bir ülkede bir film çekmek ile, o ülkede bir yönetmen olmakla ilgili. Kiarostami’nin filmi, gerçeklik duygusunu tepetaklak etmekle; film içinde film, film hakkında film ile ilgili.
İran sinemasının önemli yönetmenlerinden biri (Makhmalbaf) olduğunu iddia edip, koca bir aileyi, evinizde film çekeceğim diye kandıran bir adamın (Sabzian) tutuklanmasına tanıklık etmek için yoldayız. Filmin en başında, hikayenin özetini, bunun kariyerindeki en büyük haber olacağını iddia eden bir gazeteciden dinliyoruz. İlk izlenimimizi onun anlattıklarını dinleyerek edindiğimize göre, bütün filme de, sadece bu gözle bakma yanılgısına düşebiliriz; traji-komik bir hikaye izlediğimiz. Bir tarafta sahte kimliği ile saygınlık kazanan, hem de karnını doyuran bir adam ile ona inananların düştüğü komik durum; bir tarafta da, mühendislik okumuşken, ekmek satmakla, sanattan para kazanmak arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılan bir gençlik var. Bu sahtekarlık davası ciddiye alınmıyor ve kimse, madem hırsızlık değildi derdi, Sabzian’ın neden böyle bir işe karıştığını anlamıyor. Bütün bunlar, Close-Up’ı oluşturan tek bir katman sadece. Bu sade, yarı-belgesel film İran’da yaşamakla, aynı zamanda da İran’da film çekme hayali kurmakla alakalı.
Close-Up, başka bir katmanında ise, sadeliği ile süslenmiş, dolambaçlı birçok soru barındıran bir film. Sabzian’ı anlama çabası, gerçekliğin içinden sinemaya atılan bakışların sorgulaması aslında. Sabzian’ın başka biri olma çabası, elde ettiği saygıdan aldığı zevk ile, karnını doyurabilmesi arasında gidip geliyor. Büründüğü kimlik, hem ‘diğerleri’ ile yakın olabilecek kadar mütevazi hem de bu diğerlerinin acılarını en güzel şekilde tasvir edebilecek kadar yüce. Rolüne ara verip, ‘diğerleri’nin arasına dönmek zorunda kaldığı zamanlar, rolünün Sabzian’a en zor gelen kısmı. Fakat yine de bu maceradan, sonunu göremese bile, vazgeçmiyor. Başka biri olmak kadar, bu başka birinin bir yönetmen, Makhmalbaf olması da önemli onun için. Mahkemede söz verildiğinde, Makhmalbaf’ın veya Kiarostami’nin anlattığı hikayelerde, kendi hayatını, dertlerini gördüğünü söyleyip, bu hikayeleri anlatanlardan biri olabilmek isterdim diyor.
Sabzian’ın zaman zaman iki uç arasında gidip gelen açıklamalarının hepsi, aslında, sinemaya doğru farklı bakışlar. Bakış açısını, film çekme sürecinden, başarının sonuçlarından veya yönetmen olmaktan arındırdığında, geriye kalan, “beni anlatıyor” hissi çok naif bir sanat sevgisinden bahsediyor. Hatta, belli bir doğrultuda, anlatılana değer biçiyor. Öte yandan, yönetmen ‘olma’ isteğini bu naiflikle anlatan Sabzian, bu kimliğini saygı görmek için de kullanıyor. Bir yönetmen fakir olmamalı diyor Sabzian, karnı doymalı, ailesini geçindirmek gibi dertleri olmamalı. ‘Diğerlerinin’ en güzel, en gerçek hikayelerini anlatan yönetmen, onlardan uzakta konumlandırılıyor, dışardan gözlemleyebildiği için takdir görüyor. Sonuçta, Makhmalbaf olmanın amaçları arasındaki sınır bulanıklaşıyor; anlatmak mı amaç yoksa anlattığı için değer görmek mi? Böylece, Sabzian’ı sorgulamak, sinemacı olmak ile ilgili bu soruları sormak halini alıyor.
Sabzian’ın çelişen açıklamaları, filmin barındırdığı/sorgulattığı gerçeklik duygusu için de çok önemli. Gerçek bir hikayenin anlatıldığı ve herkesin kendisini oynadığı bu filmde, kurgunun nerede bitip, gerçeğin nerede başladığından emin olamıyoruz. Üstelik bu bilinmezlik filmin içinde anlatılan hikayenin de konusu. Close-Up çekim yapabilmek için izin alma sürecini filme dahil ederek, veya kameramanı, mikrofonu göstermekten çekinmeyerek, yarı belgesel bir film olmaktan veya hikayenin gerçekliğini bir daha kanıtlamaktan fazlasını yapıyor. Film çekmek hakkında olan hikayeye, bu filmin kendisinin de çekim sürecini, nedenlerini ve sonuçlarını dahil ederek, sorduğu soruların altını bir kez daha çizmiş oluyor.
Close-up sadeliğinin verdiği üslup güzelliğinden ve insanını güzel anlatmasından ötede bir güce sahip. Kendi kendisini, gerçekliğine hiçbir müdahale yapmadan sorgulayabilen bir film bu.
*sinefil 9Kasım/25Aralık 2009 sayısı.

Hiç yorum yok: