Salgın (Contagion, 2011)
Alışılmış ‘kalabalık oyuncu kadrosu’ tanımlamasına teknik olarak ait olsa
da, afişindeki isimlerin hiçbirine yeteri kadar ilgi göstermediğinden olacak,
bu tanımlamaya rağmen göz yormayan bir film Contagion. Filmin tek bir başrolü
-teması, derdi ya da motifi değil, alenen ‘başrolü- var, o da söz konusu bulaşıcı
virüsün ta kendisi. Öyle ki, film boyunca kamera adeta aklında tek bir
şey – virüsün hikayesini anlatma derdi – varmışcasına, ve başka hiçbir şey önemli değilmişcesine, oradan oraya geziyor, karakterleri kısa kısa gözlemleyip bize sadece gerekli şeyleri aktarıyor.
Hiçbir karakterine dört elle sarılmayan (göz kırpmadan öldürülmelerinden
bahsetmiyorum, genel geçer anlatılmalarından bahsediyorum) film, aynı zincirin
halkalarını oluşturan küçük hikayeleri, hikaye bile denmeyecek bir
sahiplenmeden uzak olma haliyle ve başrolün ağırlığına saygılı bir şekilde, onun
hikayesini anlatmak için kullanıyor. Bu da seyirciye, ünlü oyuncuların
varlıklarına değil ama etraflarını saran virüs gerçeğine ve dolayısıyla da
filmin göze batan ama görevini iyi yapan müzikleri ile de altını çizdiği
gerilimine odaklanma olanağı sağlıyor. Ve yine bu sayede, başını sonunu,
soruların cevabını merak etmeyi bırakıp, oldukça ‘pasif’ bir şekilde
seyreyliyoruz olanları, dakika dakika, an an ve sakin bir gerilim içinde.
Magic Mike (2012)
Magic Mike oldukça düz, düz olmasından daha önemlisi ‘basit’, anlaması
kolay, derdi belli, derli toplu bir hikaye anlatıyor bize. Eğer tek bir başarısı
varsa, o da hikayesinin derdine de
paralel bir şekilde, anlattığı şov dünyasını allayıp pullamadan, adeta bir
müzik videosu izliyormuşuz hissi yaratmadan anlatması. Filmin pazarlamasında büyük
yeri olan erkek striptizi teması, bu pazarlama taktiğinin yarattığı beklentiyi
boşa çıkarıyor ve film bize önce, çoğunlukla mekanın sahneye en uzak yerinden
izlediğimiz bir ‘renkli rüyalar’ dünyası, daha sonra da “gençken serserilik,
gez toz, çılgınlık iyi de, insan durmayı bilmeli, herkes gibi, güvenceli bir
yol çizmeli kendine” ana fikri sunuyor.
İnsan düşünmeden edemiyor, eğer filmin Mike karakterinden bir aziz yaratma
derdi olmasaydı, daha iyi bir hikaye sunar mıydı bize?
Acı Reçete (Side Effects, 2013)
Side Effects’in yaprak yaprak açılan bir hikayesi var: Her seferinde – üç
beş sahnede - bir çizgiyi daha geçiyorsunuz. Hikaye hakkında öğrendiğiniz yeni
şeyler, aslında anlatılan hikayenin kendisinin de sandığınızda farklı olduğunu
anlatıyor: iki kişinin ilişkisiyken ilk halka, üçüncü bir kişinin ilişkiye profesyonel
bakışının hikayesine, bir psikolog-hasta hikayesine dönüyor, son halkayı ise
süprizlerin gösterdiği suç hikayesi oluşturuyor.
İzleme keyfini arttıran bu deneyim, filmik öğelerin seçimi ile de
desteklenmekte. Örneğin ilk sahnelerdeki yakın çekimler, bizde sadece gerçek
anlamıyla değil, metaforik anlamıyla da birkaç adım geri çekilip büyük resmi
görme, görebilme isteğini uyandırıyor. Bu yakın çekimler daha sonra yerini
üstten ve alttan çekim yapan kameraya bırakıyor ve böylece görüntüler bize
‘gözlerin Dr. ‘un üzerinde olduğunu’ anlatıyor. Filmin üçüncü ve son kısmı
(yaklaşık olarak son 25 dakikası) ise daha geniş, tabir-i caizse rahat
çekimlerle hikayeyi toparlıyor ve bitiriyor; filmin son dakikasında da Emily
koca bir şehirdeki koca bir binada, küçük bir kız olarak kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder